Geleneksel toplumda yapı yapma sanatı ustadan çırağa geçen bir pratikti. Ancak günümüz modern toplumunda uzmanlıklara dayalı meslekleşme düzeni söz konusu. Yeni düzen eskiye göre çok farklı bir bilgi ve değer dünyası tanımlıyor. Bugün bizler sıradan yapı pratiğine karşı, mimari eserden; tasarımsız çevreye karşı, tasarımlı çevreden bahsediyoruz.
Bir mimar neyi amaçlar? Öncelikle içinde yaşanılacak olan hayatı kolaylaştıracak bir mekan kurgusu yaratmayı, yapının içinde bulunduğu çevre ile uyum içinde olmasını, çevreye, kente güzellik katmasını, özgün olmasını, çağın sanatını ve teknolojisini yansıtmasını ister. Mimar, işverenin yapıdan elde edeceği kar kadar işin niteliğine de önem vermesini bekler. İşverenin, mimarın amaçlarını hissetmesi ve imkanlarını seferber etmesi beklenir. Çünkü mimarlık, kültür ve insana verilen değeri ifade eden bir sanattır.
Mimarlık eserleri uygarlıkların yeryüzüne attıkları imzalarıdır. İmparatorlukların güçleri, kültür ve sanatta ulaştıkları üst düzeyleri, en somut olarak mimari eserlerde görünür. Bu eserler iki aktör sayesinde ortaya çıkıyor; Mimar ve İşvereni.
Biz Mimar olarak işverenlerimizden, bir mimarlık eserinin kültür eseri olarak yaratılabilmesinin şartları hakkında minimum bir bilgi sahibi olmasını bekleriz. Bir görme engellinin ressam seçmesinin mümkün olmadığı gibi bu bilgiye sahip olmayan işverenler de mimar seçemez.
Gelişmiş toplumlar, kültür ve sanata, Devletin, Medici gibi büyük ailelerin destekleriyle ulaşmışlar ve bugünkü ileri uygarlık düzeyine gelmişlerdir. Justinian, imparatorluğunun gücünü temsil etmek üzere büyük ve muhteşem bir mabed yaptırmak istediğinde büyüklük ve ihtişamla birlikte, en yeni ve en ileri tasarımı istediği için çağının en ünlü mimarları Antonius ve Izidor’u seçti. Kanuni de aynı şekilde İstanbul’a imza atmak istediğinde başarısını kanıtlamış usta bir mimarı, Koca Sinan’ı görevlendirdi. Şüphesiz tarihten birçok örnek verilebilir. Devlet ya da özel şirket eliyle mimarlara verilen projelerde kullanılan önemli yöntemlerden biri de mimarlık yarışmalarıdır. Yarışmalar pek çok ileri medeniyetlerde dalında en iyiyi seçmek üzere düzenlenirler. Türkiye’de Batı ülkelerinden farklı olarak, yarışma denilince akla iş alma ve iş vermenin basit bir yöntemi gelmektedir, oysa Batı’da yarışma; yeni ve farklı sözlerin söylendiği, tasarımın sınır noktalarının sorgulandığı, eleştirel ve çağ açıcı özgün fikirlerin ve projelerin ortaya konduğu bir çözüm yöntemi olarak algılanmaktadır. Yarışma sonucu elde edilmiş başarılı projelere tüm Dünya’dan güzel örnekler vermek mümkün; Sydney’in sembolü haline gelmekle birlikte tüm Dünya’da 20. Yüzyılın en önemli modern yapılarından biri olan Sydney Opera Binası Danimarkalı Mimar Jorn Utzon tarafından bir yarışma sonucu tasarlanmıştır. Zaha Hadid’in tasarladığı Bakü’deki Haydar Aliyev Kültür Merkezi, Alvar Aalto’nun tasarladığı Saynatsola/Finlandiya’daki Town Hall binası, Daniel Libeskind’ın tasarladığı Berlin’deki Yahudi Müzesi, Steven Holl’un tasarladığı Helsinki’deki Kiasma çağdaş Sanatlar Müzesi, Jean Nouvel’in tasarladığı Paris Filarmoni Binası hep yarışma ile bina edildikleri şehre ve Dünyaya kazandırılmış projelerdir.
İnsanlık varoldukça binalar yapılacak, bu binalara girip çıkmaya devam edeceğiz. Okullarda, ofislerde, evlerde yaşam sürecek. İşverenin iradesiyle, Mimarın sanatı birleştiğinde bu birliktelikten iyi ve nitelikli yapılar çıkmaya devam edecek. Bizleri kucaklayan, mutlu eden, huzur veren yapılarda ve mekanlarda bir araya gelebilmek ümidiyle…
Hepiniz sanatla kalın, hoşçakalın.
Her türlü soru, fikir ve görüşleriniz için: